Anadolu’nun fethi milli tarihimizin en önemli olaylarından birisidir. Türkmenler tarafından Anadolu’ya yapılan akınlar ve fetih hareketleri 1038 yılında yani Selçuklu Devletinin kuruluş aşamasında başlamış, 1086 yılında kesinlik kazanmıştır.
1071’deki Malazgirt zaferinden sonra Anadolu’da yaklaşık 3 asır kadar süren Türkleşme ve İslamlaşma hareketi başlamış oldu. Bu olguda Ahmet Yesevî Hazretlerin yetiştirdiği ya da sonraki zamanlarda ondan feyz alan Horasan Erenlerinin emekleri ve marifetleri yadsınamaz bir gerçektir. Türkiye Selçukluları ailesinin atası Arslan, yukarıda görüldüğü gibi, Oğuzlar’ın yabgusu, yani kıralı idi. Oğlu Kutulmuş da buna dayanarak saltanat davasına girişmiş ve Kutulmuş’un oğulları ise Anadolu’daki fetihlerini Oğuzlar’a dayanarak yapmışlardı. …Tahrir defterlerinde görülen Oğuz boylarına mensup oymaklar, 24 boydan 23’ünün Anadolu’ya gelmiş olduğunu kesin olarak ortaya koymuştu.[1]
Anadolu Selçukluları’nın hüküm sürdüğü, devletin göçer yaylalarına kadar seyyar hastane ve kadı gönderdiği bu asırlar bölge insanlarının gerçekten mutlu oldukları dönemlerdir.
Milletlerin çöküş zamanlarında kanaat önderlerinin ve manevi önderlerin ön plana çıkarak topluma yol gösterdiği bilinen bir gerçektir. Selçuklular çözüldükten ve çöktükten sonra da böyle olmuştur. Mevlana Celâleddin, Hacı Bektaşi Veli, Yunus Emre o dönemin manevi önderleridir.
Beylikler döneminde, Karaman oğullarının idaresindeki Alaiye ile Eşref oğullarının başkenti olan Beyşehir arasında herhangi bir sorun yoktur. Buraların halkları arasındaki münasebetler de oldukça samimidir. Horasandan gelip, beyliğin önemli bir merkezi olan Seydişehri’nde karar eden ve eski adı Velverit olan bu şehirde cami ve zaviye inşa eden Seyyit Harun da o manevi önderlerden birisidir. Müritleriyle beraber Alanya, Manavgat, Antalya, Beyşehir ve Seydişehir civarında halkı irşat etmeye girişmiştir. Göçebe Türkmenler arasında Seyyit Harun’un manevi nüfuzu o kadar yayılmıştır ki bu devirde küpe dağları ve bölge dağları onlarla dolup taşmıştır.
XV. ve XVI. Yüzyıllara ait Teke Livası tahrir ve tapu defterlerinde hudutları dikkatle tespit edilen bu bölgeye, XIII. Yüzyıldan itibaren ekseriyetini Üç-Okların teşkil ettiği Türkmen toplulukları yerleştirilmiş idi.
Hama meliki ve büyük müellif Ebu’l-Fida, 721 (1321) senesinde hacdan gelenlerin beyanlarına istinaden, bu bölgede Hamidoğulları Türkmenlerinin bulunduğunu, Antalya ile Konya arasındaki dağların da bunların isimlerini taşıdıklarını zikreder.
…Öyle anlaşılıyor ki, XIII. Yüzyılın ilk yarısından itibaren, Üç-Okların ekseriyetini teşkil ettiği Türkmen zümrelerinden bir kısmı, XIV. ve XV. Yüzyıllarda ise Üç-Oklara tabi bazı boy ve oymaklar, zaman zaman bulundukları yerlerden Teke-eli’ne gelip yerleşmişlerdir ki, Menteşe, Saruhan ve Karaman-oğulları’nın zayıflamaları veya dağılmaları üzerine bazı Türkmen (Yörük) zümreleri de bunlara katılmışlardır.[3]
İşte sonradan Derebucak’ı oluşturacak oba, mezra ve karye şeklindeki yedi küçük yerleşim biriminin bu dönemde bölgeye gelip yerleşerek yarı göçer, yarı meskûn olarak yaşayan konargöçer Türkmenler tarafından oluşturulması büyük ihtimaldir.
Bu Türkmenler Oğuzların Üç Ok kolundandır, fakat boylarını belirlemek bu gün için mümkün değildir ama Yüreğirler ve İğdirler’den olması muhtemeldir. Zira Çukurova’nın ve Alanya’nın fethinde bölgeye gelenler Yüreğirlerdir. Üç-Oklar’a gelince, onların pek çoğu Türk-Memluk ordusunun yanında Çukur-Ova bölgesinin fethine katılmış ve burada yurt tutmuştur. ...Bu bölgeyi fethetmiş olan Üç-Oklar toprağa bağlanmışlar ve kısmen boy teşkilatlarını kaybetmişlerdir. Bölgenin açılmasında mühim roller oynamış olan Yüreğirler ve Kınıklar’ın XVI. Yüzyılda yerleştikleri yerlerde yalnız adları kalmıştır. Teke’nin fethinde ise bölge İğdir çadırlarıyla dolmuştur. Yazıcı oğlu Ali, Antalya’nın Selçuklu hükümdarı Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından fethini anlatırken “ol memleketin sahraları ve bişeleri İğdir’den Yörük evi ile doldu” demektedir ki, bu söz müellifin zamanında İğdirler’in Teke’de kalabalık bir halde yaşadıklarını göstermesi bakımından önemli bir değer taşımaktadır.[1]
Derebucak’ı oluşturan yerleşim birimleri; Bayram Yeri, Yukarı Köy, Balat, Mahmutlar, Bıçakçı, Senir Yeri ve Kızıldağ’dır. Bunlar karye yani köy olan ya da henüz karyelik sıfatı kazanamamış mezra veya konargöçer Türkmen obalarıdır.[2]
Osmanlılar, tarihi süreç içerisinde Karamanoğulları ile çok uğraşmışlar. Karaman ili, iki rakip ve ihtiraslı Türk beyliğinin arasındaki bir satranç tahtasına dönmüş. Yılan akışlı ve zikzaklı ilerlemeler, istilalar ve gerilemeler bu toprakları yıkma ve yıkılma dalgaları içerisinde çalkalamış durmuş. Başlangıçta bizim bölge için bu hengâmeye Memluklar da katılmışlar. Neticede Osmanlılar bu toprakları bir harabe halinde devralmışlar ve öylece tutmakta, siyasi açıdan faydalar görmüşler. Geniş sınırlı Karaman topraklarını, bir insan madeniymiş gibi kullanmışlar. Yeni alınan yerlere buralardan insanlar sürmüşler.
Karaman’ın torunları tarafından müstakil bir beylik halinde idare edilen Alaiyye de Fatih Sultan Mehmet adına, Gedik Ahmet Paşa tarafından, Osmanlı sınırları içine alındıktan sonra yüz üstü bırakılmış. Hem merkez idareyle, hem de İç Anadolu ile ilgisi kesilmiş. İmar membaları kurutulmuş, daima ihmal edilmiş. Eski ihtişamını ve insan kalabalığını kaybetmiş. Osmanlının son zamanlarında da büsbütün unutulmuş.
Toroslar bir Çin Seddi gibi bu toprakların ümranla, o zamanların ileri yaşayışıyla alakasını kesmiş. Doğal olarak bu topraklarda nüfus azalmış. Bütün bunlara rağmen bu bölgenin insanları özlerinden, asaletlerinden ve Türklüklerinden hiçbir şey kaybetmemişler.
Osmanlı Arşivlerinde, 937 (1530) tarihli ve 166 numaralı Tapu Tahrir defterinde “Karye-i Balat” diye bir kayıt bulunmaktadır. Balat benim atalarımın yani Derebucak’taki Demirciler soyunun yurdudur. Bu kayıt Manavgat, İbradı, Ormana kayıtlarının bulunduğu sayfalardadır. Enteresan olan tarafı; Karye-i Yörükan-ı Kızıldağ, Karye-i Bıçakçılar, Karye-i Kirli, Karye-i Senir, Karye-i Geydeş gibi bildik köylerle beraber yazılmış olmasıdır. Bu kayıtlar (Karye-i Bıçakçılar, hane 5, …Karye-i Senir, hane 70, Mücerred 2, çift 3, hâsıl 3265 akça, Cemaat-i Yörükan-ı Gencek, nim 29, bennak 12, mücerret 9, hasıl 2893 akça, …Karye-i Yörükan-ı Kızıldağ hane 53 Mücerred 10, çift 1, hâsıl 2602, Karye-i Aburadi (İbradı) hane 67, Mücerred 12, imam 1, meremmetçi 6, cabi (cami) 1, hâsıl 10540, …Karye-i Balat, hane 45, Mücerred 8, çift 2, hâsıl 2467 akça, Karye-i Kirli, hane 80, Mücerred 14, muhassıl 1, hâsıl 4633, …Karye-i Geydeş, hane 69, Mücerred 7, çift 1, imam 1, hâsıl 4473, …Karye-i Ormana, hane 117, Mücerred 11, çift 2, hâsıl 5156.) şeklindedir. Demek ki 1500 – 1600 tarih aralığında Derebucak henüz kurulmamıştır.
…172 numaralı deftere ve buna müsteniden daha sonra tesis olunan evkaf kayıtlarına göre Kanuni devrinde Alaiye; Oba pazarı, Mahmutlar, Nağlu, Dim deresi, Geyse (Senir havalisi), Çöngere, Nevahi-i Alaiye, Manavgat, Akça hisar, Atabey nahiyelerinden mürekkepti. İbradı, Manavgat’tan Mahrem koluna kadar uzanan bölge içinde idi.
…İbradı etrafındaki köylerle beraber, Manavgat’a tabi idi. İbradı ve Pazarcı’da naip otururdu. Göynem, Zekeriya, Gencek, Kirli… Gibi köylerle beraber birçok göçebeler, cemaatler, defter dışı bazı köyler İbradı’ya tabi idi. [4]
Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü, Kuyud-ı Kadim arşivindeki 172 numaralı, 963 (1555) tarihli defterde, Nevahi-i Alaiye kayıtları arasında “Cemaat-ı Yörükan-ı Kızıldağ” kaydı ve “Mahalle-i Dereköy” kaydı vardır. İbradı’nın bir mahallesi olarak kaydedilen bu yerin bu günkü Derebucak olması zayıf bir ihtimaldir.
XVII. asrın sonlarına doğru 1690 yıllarında Osmanlıların, Konargöçer Türkmenler için bir iskân siyaseti geliştirdikleri bilinen bir tarihi vakıadır. Bu siyasetle Osmanlılar, konargöçerleri yerleşmeye zorladılar. Türkmenler bu siyasete uymadılar. Osmanlılar bu konuda fermanlar çıkardılar, fermanlara uymayanları bilinen usullerle tedip ettiler.
1111 (1699)da Zekeriyalı, Sofulu, Takyeli, Hacı karalı, Kitreli, Yalçılı, İrikli… Gibi Türkmenler icrayı şekavet etmeye başladılar. Bunların tedibine Alaiye mutasarrıfı memur edildi.
1119 (1707)de Alaiye; Hamit, Beyşehir mutasarrıflarına bir ferman daha gönderildi. Bu sancakların ortasında şekavete devam eden Yörüklerin tedibi emir olundu. Ve tenkile memur olan Selim Bey’e mutasarrıfların yardım etmesi istendi…
1126 (1714)de sürüp giden bu kaynaşmalar için devlet daha cebri tedbirler aldı. Müsait arazide, köylerde iskânlar yaptı. Affı umumi ilan etti. İbradı havalisinde, Kaşaklı’da yerleşenler oldu. Bu civarda iskân edilenler Alemdar Mustafa Paşa devrinde isyana yeltendiler. [4]
İşte Derebucak’ın da o yıllarda kurulmuş olması gerekir. Yukarıda sayılan yedi yerleşim birimi bir araya gelerek bu günün Derebucak’ını kurmuşlardır. Derebucak’a ilk yerleşen üç soyun; İncirli’den gelen Haşmetoğulları (Emirler), Bayramyeri’nden gelen Delialioğulları (Gökmenel) ve Yaka’dan gelen Hacılar olduğu söylenir. Bu birleşmenin nedeni iskân siyasetinin bir zorlaması sonucu olabileceği gibi, iskân siyaseti sonucu bölgede gelişen şekavet olayları karşısında, kendilerini emniyete alma ihtiyacı da olabilir.
Ebu Said Muhammed Hadimi Hazretleri bölgemizde o devrin manevi önderidir. Âlimliğinin yanında aynı zamanda şair olan Muhammed Hadimi’nin kurduğu medreseden yetişen ya da onun mümtaz şahsiyetinden ve geleneğinden feyiz alan talebeler bir buçuk asır boyunca bölge halkını eğitmişler ve irşat görevlerini yerine getirmişlerdir. Hadimi Hazretlerinin bu dönemde Derebucak’a olan etkisi de barizdir. Derebucak medresesinin kurucusu Büyük Eyüp Efendi bu talebelerdendir. Son Derebucak müderrisi, Demircilerin atalarından Hamit Hoca, gerçi Konya’da yetişmiştir ama da yine de bu geleneğin mürşitlerdendir.
Osmanlı arşivlerinde 6890 numarada kayıtlı Maliyeden Müdevver defterde, Türkmenlerin Karaman, Mut, Bozkır, Aladağ, Manavgat, Teke sancağında Kızıl Kaya, İbradı; Hamit sancağı dâhilinde İshaklı, Hoyran... Kazalarında yerleşmiş oldukları kayıtlıdır.
İbradı’yla ilgili kısımda “Parekende-i cemaat-ı Karahacılu Sakin-i Kaza-ı İbradı der Liva-yı Alaiye” gibi Türkmen cemaatlerinin isimleri yazılıdır. Yalnız kayıtlar cemaat isimleriyle yapıldığı, yer isimleri bulunmadığı için tam anlamıyla bir tespit mümkün olamamaktadır.
1730 tarihli Yörük defterinde de İbradı civarına Karahacılı, Turgutlar, Eski Yörük, Narencili ve Zekeriyalı cemaatlerinin yerleştiği kayıtlıdır.[5]
Eşref oğulları hiçbir zaman Torosların Akdeniz yakasına inemediler. Akseki ve çevresi, Anadolu Beylikleri zamanında Alanya’ya dolayısı ile Karaman Beyliğine bağlı kalır…
Fatih devrinde Yörüklerin başıboş hayatı dikkati çeker. Asayiş düşüncesi ile iyi bir iskân siyaseti güdülür. Birçoklarına yurt temin edilerek Yörükân muhabirleri denilen kâtipler eliyle kayıtları tutulur.
Zamanla Akseki yöresindekiler rahat durmazlar. Bir kısmı Kıbrıs’a nakledilirken gemide isyan çıkararak Akdeniz sahillerine geri dönerler.
1695 de Zekeryeli, Sofulu, Tekyeli, Hacı Karalı, Kitreli, Yalcıklı, İrikli gibi Türkmenler haydutluk yapmaya başlarlar. Bunların uslandırılmalarına Alanya Mutasarrıfı memur edilir. Daha sonra 1703 de Yörükleri terbiyeye memur Selim Bey’e yardım edilmesi için çevre mutasarrıflıklara ferman gönderilir. 1708 yılında Şeyhülislam Abdullah Efendi tarafından bir fetva çıkarılarak Göktepe-Bozkır sınır yaylalarında kargaşalık çıkaranların öldürülmeleri istenir.
Devlet daha sıkı tedbir alır. Nihayet 1710 da umumi af ilan eder. Elverişli yerlerde iskânlar yapılır. İbradı’da, Kaşaklı’da yerleşenler olur.
Bu bölgede, bu gün bile Saraçlı, Araplı, Gebeceli, Karakeçili, Sarıkeçili, Ahmetli, Karaahmetli... gibi göçebelere rastlanır.[6]
Demek ki bizim atalarımız Selçuklunun çöküşü ve Osmanlının kuruluşu olan 1300’lü yıllardan beri bu topraklarda vardır, ama bir köy olarak Derebucak’ın kuruluşu 1600’lerin sonu 1700’lerin başındadır.
Başlangıçta civarda bulunan yedi yerleşim birimi bir araya gelerek Derebucak’ı kurmuşlardır. Sonraki dönemlerde Manavgat, İbradı, Göynem, Gencek, Dalayman, Bodamya, Zilan gibi yerlerden gelerek Derebucak’a yerleşen soylar olmuş. Buna karşın Derebucak’tan İzmir, Armutlu, Antalya, Manisa, Konya, Beyşehir gibi başka yerlere göçüp gidenler de olmuş.
Derebucak’ın tam ortasında Orta kuyu denilen bir kuyu vardır. Bu kuyunun arkasında bir kaya vardı, eski zamanlarda üzerine çıkılarak ezan okunurdu. 1955 yangınından sonra kırıldı. O kayanın ön tarafında bir oluk varmış. Derebucak başlangıçta bu oluğun çevresine kurulup orada dualanmış. Bazı insanlar Başmiyarın olduğu yeri yani Boğaz denilen mevkii istemişler ama Zekeriya’dan dua etmek için getirilen hoca efendi oranın şeytanlı olduğunu ve dağların heyelan yapacağını söyleyerek, Orta kuyu civarını isteyenlerin tarafında durmuş.
Kuruluşunda Derebucak’ın adı Kışlakçı’dır. Kuyud-ı Kadim arşivindeki 137 numaralı defterin arasında bulunan, 1142 (1729) tarihli, eski kayıtlarda kopyası verilen bir şer’i sicil belgesinde bu isim açıkça görülmektedir. Daha sonraki bilinmeyen bir tarihte Dereköy ya da Derebucak olarak isimlendirilmiştir. Yine eski kayıtlarda kopyası verilen 1861 tarihli Osmanlı tapusunda Derebucak olarak yazılıdır.
Kurulduğu zamanın idari yapısı içerisinde Teke Livası, Manavgat Kazası, İbradı Nahiyesinin Dereköy Karyesidir. Daha sonraki bir tarihte Manavgat ve İbradı’yla birlikte Alaiye livasına kaydedilmiştir. İki asır boyunca da böyle kalmıştır.
Akseki 1871 tarihinde, meşrutiyet dönemlerinde kaza olmuştur. İbradı Nahiyesi vasıtasıyla Derebucak’ın Akseki’ye bağlılığı bu zamanda ve kısa bir süreyi kapsamaktadır.
Bu tarihten sonra, Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar İbradı, Akseki kazasının bir nahiyesidir. Nahiyenin, 1871 deki düzenlemede 14 köyü vardı. İsimleri şunlardır; İbradı, Üzümdere, Unulla, Ormana, Başlar, Zilan, Larma (Kuyucak), Bodamya (Bademli), Kirli, Göynem, Derebucak, Gencek, Zekeriya, Dalayman.
İbradı ile Akseki arasındaki kaza merkezi olma rekabetinin ve Aksekililerin küçük düşünerek çevirdikleri siyasi dümenlerin bir sonucu olarak, İbradı’nın merkezilik konumunu bozmak için 1912-1916’da Derebucak ve çevre köyler (Derebucak, Göynem (Kayalar), Gencek, Kirli (Durak), Zekeriya (Taşlıpınar) ve Yeniköy) Akseki ve İbradı’dan ayrılıp Seydişehir’e bağlanmıştır.
İbradı’dan alınarak Seydişehri’ne verilen 7 köy İbradı’ya 9 – 15 saat mesafede olmasına mukabil Seydişehri’ne 6 saate kadar inen yakınlıklarda olmaları itibari ile Seydişehri’ne ilhak edilmeleri muvafık ise de yukarıda bir münasebetle izah edildiği veçhile bu köyler halkı bütün evsaf ve hayat tarzı itibari ile Akseki muhiti halkından ayrılamayacağı gibi, iktisadi cihetten de Akseki’ye faydalı köylerdi.”[7]
Böyle olunca da halk arasında Seydişehir’e bağlı olan diğer Dereköy’den ayırt edebilmek için Seydişehir’e yakın olan Dereköy’e Bostan Dereköy, Derebucak’a da Taş Dereköy denmiştir.
Cumhuriyetin ilk yıllarındaki Akseki ile ilgili resmi kayıtlarda çoğunlukla Derebucak bazen de Dereköy, Seydişehir’le ilgili resmi kayıtlarda ise Derebucak olarak yazılıdır. 1928 tarihli, Osmanlıca yazıyla basılmış, Cumhuriyet tapusunda da Derebucak olarak yazılıdır. 1930’lardan sonraki kayıtlarda hep Derebucak olarak yazılmıştır.
1916’da kesin olarak Seydişehir’e bağlandıktan sonra, 1928–35 yılları arasında nahiye merkezi Çetmi olmuştur. 1935 yılından sonra da nahiye merkezi Gencek’tir.
Bölgenin bu dönemdeki kanaat önderleri yine Muhammed Hadimi geleneğinden olan Seydişehir’de Şıh Abdullah Efendi, Derebucak’ta Hamit Efendi, Dalayman’da Ahmet Efendidir.
1927 ve 1955 yıllarında iki büyük yangın felaketi geçiren Derebucak, bu felaketlerden çok etkilenmiştir. Bu iki yangın felaketi, bunları yaşayan nesiller üzerinde derin ve çöküntülü izler bırakmıştır.
İlk yangın 12 Mayıs 1927 tarihinde olmuş, köyden sadece iki ev kurtulabilmiştir. İkinci yangın 8 Temmuz 1955 tarihinde meydana gelmiştir. Kısa bir sürede yine Derebucak’ı yok etmiştir. Bu yangından da ancak yedi ev kurtulmuştur.
Yangınların yanı sıra Derebucak’ın geçirdiği kıtlık ve sel felaketleri de vardır. Derebucak’ın ilk büyük kıtlık zamanını 1873–1874 yıllarında yaşadığı anlatılır. İkinci ve çok uzun zaman süren kıtlık ise 1920–1940 yılları arasında yaşanmış.
Sel felaketlerine gelince; 1907 yılında, Gembos ovasının sularla dolması sonucu Derebucak arazisinin, su baskınına uğradığı anlatılır. Yine 1963 yılında Gembos Suları Taşlıgeçit’e kadar taşmış ve Derebucak’ı bir afet ile baş başa bırakmıştır.
1960’lardan sonra, Avrupa kapıları Türk işçilerine açılınca, Derebucak bir gurbetçiler beldesi olmuştur. Gurbete göç 1962'lerde başlayıp bugünlere değin sürmüştür. Bu gurbet serüveni geçmiş dönemde Derebucak'a ekonomik açıdan şüphesiz çok yararlı olmuştur. Ancak sıla hasretinin yanı sıra, verdiği acıların ve sosyal çöküntülerin de hissedilmemesi de mümkün değildir.
Derebucak, çevre köylerle (Kurdular (Tepearası), Kirli (Durak), Huğlu, Gencek, Zekerya (Taşlıpınar), Çetmi (Akçabelen), Göynem (Kayalar “Kayaarası, Geydeş ve Pınarbaşıyla beraber”), Dalayman (Çamlık)) birlikte, 1967 yılında da Seydişehir’den ayrılıp Beyşehir’e bağlanmıştır.
Nüfus sayısı iki bini geçtiği için aynı yılda, yani 1967’de belediye teşkilatı kurulmuştur.
Civar beldelere göre merkezi bir konumda bulunmasından ziyade, 1955 yangınından sonraki imarının düzgünlüğü ve gurbetçilerin hayırhahlığı sayesinde yapılan üç güzel camisi, hastanesi, okulları, resmi daireleri ve de modern mimariden örnekler sunan evleriyle güzelleşen silueti sebebiyle, II. Özal Hükümeti döneminde, 1987 yılında, 3392 sayılı yasa ile kazayla kaza olmuştur.
Derebucak ilçesinin Çamlık, Gencek, Göynem ve Pınarbaşı isimli 4 beldesi, Taşlıpınar, Durak, Tepearası ve Uğurlu olmak üzere 4 köyü bulunmaktadır. 1.240 rakımlı ilçenin 2000 Yılı Genel Nüfus Sayımı sonuçlarına göre toplam nüfusu 19.053, ilçe merkezinin nüfusu ise 5.072 dir. Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemine göre ilçenin toplam nüfusu 10.000, ilçe merkezinin nüfusu ise 3.000 civarındadır.
Her ne kadar “köyün ve köylünün tarihi yoktur” dense de artık bir şehir olan Derebucak İlçesinin tarihçesi böylece yazılabilir.
KAYNAKLAR
[1] Faruk Sümer, Oğuzlar, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul, 1999.
[2] Memiş Gürbüz,Tarihi Olay ve Yorumlarla Dünden Bugüne Derebucak, Nizam Matbaası, Seydişehir,1986.
[3] Şehabettin Tekindağ, Teke – Eli ve Teke – Oğulları, İstanbul Edebiyat Fakültesi, İstanbul, 1977.
[4] Kemal Özkaynak, Akseki Kazası, Akgün Matbaası, Ankara, 1954.
[5] Anadolu’da ve Rumeli’de Yörükler ve Türkmenler Sempozyumu, Yör-Türk Vakfı, Ankara, 2000.
[6] Mustafa Enhoş, Akseki ve Aksekililer, Ankara, 1974.
[7] Macit Selekler, Yarım Asrın Arkasından, Orhan Mete ve Ort. Koll. Şrk.ti Matbaası, İstanbul, 1960